15 Mayıs 2016 Pazar

Dünya'daki En Güçlü İnsan Olmak İster Misin?

Selamın Aleyküm,

Başılığımız "Kim 500 Milyar İster" gibi birşey oldu ama hakikaten dünyanın en güçlü insanı olmak çok da zor değil. Bu yazımızda inşaAllah, bu konuya bir bakacağız. Önce bir örnekle başlayalım; şimdi bir adam evinize geldi ve "bu evi 24 saat içinde boşalatacaksınız, ben gelip bu evi ve içindeki bütün eşyaları alacağım" derse o adama ne yapardınız? Kafa göz patlatırdınız heralde. Peki aynı adam yanında 2 silahlı asker ile kapınıza dikilse gelip size "evinizin tapusu bende, bu ev benim, çabuk bu evden çıkın." derse aynı adama ne yapabilirsiniz? Hiçbirşey... Çünkü o adamın arkasından devlet var ve o adam o devlete sırtını vererek o evden sizi çok kolay bir şekilde çıkartabilir. Aynen öylede eğer bizde arkamıza mutlak güç ve ilim sahibi olan herşeyi yapmaya müktedir olan Zatı Zülcelal'ı, ALLAH'ı alırsak bütün kainata meydan okuyabiliriz.
"İmân hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakiki imânı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir"

En Büyük Güç "Bismillah" 

Dünyadaki süper güç biz müslümanlarca ABD, İsrail, Çin olmamalı bizim için en büyük güç DUA'dır, Bismillah'dır. Eğer biz Allah'ın adıyla başlarsak bütün bu dünya bize muhassar olacak, bize bütün rahmet kapılarını açacaktır. Nasıl ki bir ilde valinin adıyla her işimizi halledebilirsek aynen öyle Allah'ın adıyla olan her işte bize bütün kapılar açılacaktır. Dikkat edelim Efendimize inen ilk ayet "Yaratan rabbinin adıyla oku" diye başlar. اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ (Ikra’ bismi rabbikellezî halak) Bu ayetin nuruyla sevgili peygamberimiz Hz.Muhammed(s.a.v) ümmi(okuma-yazma bilmeyen) iken dünyanın bütün sırlarına müktedir oldu. Bu ayetle başlayan vahy ile hiçbir kudreti olmayan Efendimiz(s.a.v) 1.7 milyarlık bir dinin önderi oldu. Allah'ın adıyla başlayarak o cehalet çukuru, cehennem çukuru, taş kalplilerin arasından, ilim ve irfandan uzak bu kabilelerin mensupları şuan bütün dünyaya örnek insanlar oldular. Cehaletten kızlarını diri diri gömen arap toplumu modern bilimin kurucuları oldular. Dünya'nın harika dediği kütüphaneleri inşa ettiler. Hiçbir yazılı kaynakları yokken(En önde oldukları şiirlerini bile yazıya geçirmemişler ezberlemişlerdir) bir tek kitap olan Kur'an'dan süzülen kitaplarla kütüphaneler dolusu kitaplar yazmışlardır. Şimdi gördünüz mü bir "Bismillah" nelere kadir oluyor.



O Avuçlarında Ne Dualar Gizli 

 Dua... Allah'ın rahmeti...

Dua'nın verebildiği huzuru kim verebilir ki? Yahu Elhamdülillah müslümanız ya :) ve Elhamdülillah duamız var. Rahman olan Allah bize dua gibi bir nimeti vermeseydi şuan insalık nasıl bir durumda olurdu acaba çok merak ediyorum. Her an koşabileceğimiz bir Rabbimiz, içimize dökeceğimiz bir Allah'ımız, gözyaşlarımızı akıtabileceğimiz seccadelerimiz var, ve dualar dolusu avuçlarımız. O avuçlar bir günü, bir hayatı, bir ülkeyi, bir ümmeti hatta bir dünyayı bile değiştirebilir ve hatta sonsuza bile tesir edebilir. Bütün dertler, kederler, gözyaşları herşey ama herşey bir duaya bakıyor tabi dua etmesini bilirsek. Allah bize öyle bir din bahşetmişki geçmişe bakıp yaptığımız bütün haramlardan dolayı üzüntülerimiz, kederlerimiz ah ve vahlarımız bir tövbeyle siliniyor ve geleceğe baktığımızda bütün endişe ve korkularımız bir dua ile yok oluyor. İşte bu yüzden  Dua bir rahmettir ve rahmet olan Kur'an başlı başına bir duadır. En başından en sonuna kadar her ayet ama her ayet bir duadır. Ama söylediğim gibi nasıl bakmasını bilirsek. "Elif, Lam, Ra" bu ayetin bile bir dua olduğunu söylüyor Üstad Nouman Ali Khan, bu ayet "bana bilmediklerimi öğret ben hiçbirşey bilmiyorum" duasıdır. "Er Rahman, Alleme lKur'an"(Rahman, Kur'anı öğretti) Evet Allah bize Kur'anı rahmetiyle öğretti, Kur'an Allah'ın rahmetinin bir tecellisiydi. Onu açıp okuyup anlasaydık eğer belkide bugün neden dualarım kabul olmuyor diye Allah'a naz yapmazdık.



Dua'da Acele Etmek Dua'yı Yok Saymaktır 

Bir dua ediyoruz ardından o dua ne zaman karşılık bulacak diye oturup gün sayıyoruz. Dua ediyorum ediyorum kabul olmuyor, ediyorum ediyorum işlerim düzelmiyor, ediyorum ediyorum devlete atanamıyorum, iş sahibi olamıyorum vs vs. Öncelikle dua yalvarıştır, Allah'a naz etmek değildir. Biz olayı Allah'a naz etme boyutuna getirdiğimiz için ettiğimiz dua dua olmaktan çıkıyor, haşa emir etmiş gibi bir hal alıyor. Dua'da acele etmezsek duanın kabul olduğunuda görürüz elbet. Bediüzzaman'ın dediği gibi "Vermek istemeseydi, istemek vermezdi". Eğer Allah bize birşey vermek istemesydi, içimize dua gibi bir ihtiyaç yada istemek aracını bize bahşetmezdi. O yüzden dua edip beklemek gerekir, gerekirse 10yıl, 20yıl, 30yıl, 1 asır,10 asır 100 asır, hatta taaa kıyamete kadar beklemek gerek. Zırh gibi o duaya sarılıp mükafatını alacağımız cennet kapısına kadar beklemek gerek. O yüzden dertleri silme aracı olan duayı dert haline getirmeyin bekleyin "Dert etme, dua et" ;) Selametle :)
Devamını Oku »

7 Nisan 2016 Perşembe

İman Etmek yada Etmemek İşte Bütün Mesele Bu

"Îman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî îmanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir" Bediüzzaman Said Nursi

Evet iman hem nurdur hem kuvvettir ve biz o imanı elde edebilirsek şu bizlerden sonsuz kat büyüklükte olan kainata meydan okuyabiliriz. Hakiki imanı elden eden adam bilir ki kainatın bir yaratıcısı var, kainattaki koca gezegenlerden en küçük mikroba kadar onları gözeten, ihtiyaçlarını karşılayan ve hepsini kudretiyle elinde tutan bir Allah var. İşte o Allah nasıl ki küçücük mikrobun, en ufak bir sineğin dahi ihtiyacını karşılıyor hiç mümkünmüdür ki biz eşrefi mahluk olan insanların ihtiyaçlarını karşılamasın onların vaveylalarına yakarmalarına el açıp yalvarmalarına cevap vermesin. İşte iman eden bir insanın arkasında bir Allah olduğu için üstüne akın akın gelen bütün dertlere meydan okuyabilir.
İman eden insan;

Annesi ölür, hastalıklardan kurtuldu şimdi cennette der ve firak eleminden azad olur.

Çocuğu ölür, Allah cennette bize şefaat edecek bir evlat bağışladı der, cennette ciğerparesiyle görüşeceğini bilir ve o ayrılık eleminden azad olur.

Hastalık vücuduna isabet eder ve sabr içinde Allah'a tevekkül edip günahlarına kefaret olan bir dert verdiği için O Rabbine şükr içinde teşekkür eder.

Rızkı istediği gibi gelmez, bin tane adama dilencilik etmekten kurtulur, Rabbinden ister O'na dilencilik eder.

İman eden insan kendisi dert olan bir dünyada bütün o dertlerden azad olur, sebepleri kendine perde yapmaz huzur içinde kaderine razı olur bin insana dilencilik etmek yerine Halık-ı Kerimine yönelir yanlız ona secde eder yanlız ondan ister.

Zamanın akıp gitmesi ölümün yaklaşması, ölümün hakikatine gören insanlar için mutluluktur. Rabbine, Resulune yaklaşmaktır.
Zamanın akıp gitmesiyle o insan kainatın değişmesinden, baharın gelmesinden, güneşin doğup batmasından, yıldızların gökyüzünü aydınlatmasından, kamerin çeşit çeşit ayinelerinden zevk alır. Onun için zamanın akıp gitmesi şu alemi seyretmek için bir fırsattır. Rabbinin yarattıklarını temaşa etmekle kalbi huzur ve mutlulukla dolar. "Evet güneşin nurundaki renkeri gösteren ayînelerin tebeddül edip tazelenmesi ve sinema perdelerinin değişmesi daha hoş daha güzel manzaralar teşkil eder" O yüzden zamanın akıp gitmesiyle kainatın bütün güzellikleri ortaya çıkar.

İman eden insan bilir ki kendisi acz ve fakirdir ancak bu acz ve fakirliğiyle yine bilir mutlak kudret sahibi bir  Rabbi var. Her müsibette sığınacak bir limanı var. El açacak, onu dinleyecek, onu hiç bırakmayacak, ona hiç darılmayacak bir Rabbi var. O yüzden her müsibet karşısında tıpkı bir çocuğun annesinin şefkatli tokatından korkup yinede onun şefkatli sinesine sığınması gibi Rabbinden korkarak sabr içinde ona tevekkül edip  اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّۤا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ (Sabırlılar o kimselerdir ki başlarına musibet geldiğinde,) 'Biz Allah'ın kullarıyız; yine Ona döneceğiz' (derler).")der. Ve bu durumdan adeta lezzet alır.


Deki"Ben ağaran sabahın Rabbine sığınırım" Felak 1


İman etmeyen insanlar ise; Bu dünyayı çekip çeviren bir Allah olmadığını söyleyerek kendisi başlı başına bir dert olan şu dünyadaki bütün dertlere talip olur hem bu dünya da ve hem öbür dünyada kaybeder. Apaçık bir ziyan içine düşer.

Annesi ölmüştür ve artık yoktur, ahirete iman etmediği için bir daha onu göremeyecek sesini duyamayacak, elini öpemeyecektir. 

Sevdikleri dünyadan göçüp giderken kudreti ölmelerine mani olamaz, kabir kapısını kapatamaz işte bu yüzden azap içinde azap çeker. Zahiren cennette görünse dahi manen cehennem azabıyla kavrulup gider. Birçok ateist insan zaten ateistlerin mutlu bir hayat süremeyeceklerini itiraf etmiştir. İşte bu yüzden sarhoşlukla, uyuşturucularla kendini o elemlerden sıyırmaya çalışır çünkü aklı başındayken vicdanını susturamaz. Kulağını vicdanının sesine kapatsa bile kalbi vicdanının vaveyla etmesiyle yanıp gider. 

Zamanın geçmesi dostlarıyla, sevdikleriyle, çocuklarıyla ayrılık vaktini yaklaştırdığı için, ona ölümü getiren bir darağacı olduğu için Rabbisinin o yarattığı güzelliklerini temaşa etmekten mahrum bir şekilde azap çeker.

O iman etmeyen insan her insan gibi acz ve fakrdir. Hastalık gelse kendini iyi edemez, derisindeki en ufak çiziğini dahi onaramaz çünkü fakir ve acizdir.

İşte o yüzdendir ki "Onu tanıyan ve itaat eden insan zindan da dahi olsa bahtiyardır, Onu unutan saraylarda da olsa zindandadır bedbahttır." 
Devamını Oku »

30 Mart 2016 Çarşamba

Ümmetin Unuttukları : Dr. Afiye Sıddıki

Dr. Afiye  Sıddıki kimdir?
5 yıldır kayıp olan (2008’de ortaya çıkıyor) Dr. Afiyet Sıddıki Pakistan kökenli bir akedemisyen. En büyüğü dört yaşında olan ve üç çocuğuyla birlikte kaçırılan Dr. Sıddıki Pakistan polisi tarafından gözaltına alınıp ABD’ye para karşılığında satılmış.

Bu bilgileri Afganistan’da Taliban tarafından rehin alınıp daha sonra Müslüman olan meşhur gazeteci Yvonne Ridley’in araştırmalarından öğreniyoruz. Ridley’in Pakistanlı kadın hakkındaki araştırması, en küçüğü bir aylık en büyüğü dört yaşında olan üç çocuğuyla birlikte Karaçi’den İslamabad’a yolculuk yapmak üzere havaalanına gittiği sırada 2003 yılında ortalıktan kaybolduğunu ortaya koyuyor. Pakistanlı Doktor Afiyet Sıddıki’ye o tarihten sonra ona ne olduğunu kimse bilmiyor, sadece Amerikan basınında bu kadının Pakistan polisi tarafından tutuklanarak Amerikan güçlerine teslim edildiğine dair bir habere rastlıyor.

1972 yılında Karaçi’de doğan Doktor Afiyet Sıddıki, tıp eğitimini Amerika’da görmüş. MIT’de (Massachussetts Institute of Technology) tıp okumuş, nöroloji alanında çalışmış. Eğitimini tamamladıktan sonra ülkesine geri dönen Sıddık orada başörtüsü takmaya başlamış. Amerikan istihbaratı Dr. Sıddıki’nin El Kaide ajanı olduğunu iddia ediyor.
Dr. Afiyet Sıddıki’nin Bagram üssünde maruz kaldığı işkencelerden dolayı bilincini kaybettiği söyleniyor. Bazı insan hakları örgütleri ve gazetecilerin Sıddiki’nin serbest bırakılması, kendisini tutuklayanların yargılanarak uluslararası polise teslim edilmesi yönünde çağrılarda bulunduğu biliniyor.

Yvonne Ridley’in Pakistan mahkemesine başvurması üzerine 9 Eylül tarihine gün verilmiş. İşte tam bu sırada Dr. Sıddıki ortaya çıkmış. New York’ta apar topar mahkemeye çıkarılır. Göğsünde kurşun yarası olduğu ve zor ayakta durduğu gözlenen Sıddıki’nin, Afganistan’da ABD ile savaşırken daha yeni yakalanmış olduğunu ileri sürülür. İddialara göre Sıddıki silahla ABD askerlerine saldırmış, o sırada yaralanmış.




1972 doğumlu Afiya Sıddıki, ABD’nin seçkin Massacuset Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) beyin cerrahı olarak mezun oldu. FBI, el Kaide’yle bağlantıları olduğu şüphesiyle Afiye Sıddıki hakkında 2004 yılında arama emri çıkarmıştı. 2003 yılında Karaçi’deki annesini ziyaret ederken, üç çocuğuyla birlikte kayıplara karışmıştı. Kuzeni Halid Şeyh Muhammed ile evli olan Afiye Sıddıki’nin üç çocuğu bulunuyor. Eşi Şeyh Halid, 11 Eylül terör saldırılarının planlanmasına yardım ettiği iddiası ile 2003 tutuklandı ve hala Amerikan Guantanamo askeri üssünde tutuklu bulunuyor. Sıddıki, bundan sekiz yıl önce annesini ziyarete gittiği Pakistan’da kayıplara karışmıştı. İnsan hakları grupları Sıddıki’nin burada gözaltına alındığını ve son beş yılını bu ülkedeki bir gizli Amerikan hapishanesinde geçirdiğini söylüyorlar. 2002 yılında Afganistan’da yakalanan ve Bagram’daki gizli bir zindanda çok uzun süre işkence gören İngiliz vatandaşı Muazzam Beg, 2005 yılında yayınlanan anılarında Afiye Sıddiki’ye yer vermişti. Muazzam Beg, 650 numaralı mahkum olarak bilinen Pakistanlı kadının, çok büyük işkence gördüğünü ve o kadının çığlıklarının, kendi gördükleri işkenceleri unutturduğunu iddia etmişti.. Afiya Sıddıki, Abd mahkemesi tarafından 86 yıl hapis cezası almıştı.



Kaynak : https://muslumanesirlereozgurluk.wordpress.com/2013/09/07/dr-afiye-siddiki-kimdir/
Devamını Oku »

12 Mart 2016 Cumartesi

Kur'an'ı İnsan Yazmış Olamaz mı?

Selamın Aleyküm arkadaşlar,

Bugün davamızın elçisi Hz.Muhammed(s.a.v)'in ve dava kitabımız Kur'an'ın hak olduğuna deliller arıyacağız inşaAllah...
Genelde internetle herkes haşir neşir olduğundan birçok yerde bu tip "Kur'an'ı bir insan yazmış olamaz mı?"  "Kur'an bir insanın elinden çıkmış olamaz mı?" gibi sorularla karşılaşıyoruz. Gerçi bunlarla karşılaşmamıza gerek kalmadan Efendimizin davasına ispatlar aramamız gerektiğide bir gerçek. Neye şahit oldukda Efendimiz'in peygamber olduğuna iman ettik? Neye şahitlik ettikde Kur'an'a hak kitap dedik? 

İLK VAHİY

Benim için en ama en önemli delil ilk vahiy ve sonrasında Efendimizin yaşadığıdır. Biliyoruz ki ilk vahiy Nur dağında Efendimiz'e inzal oluyor. Cebrail(a.s) gelip ilk vahiyi iletiyor. Burası şuanki olay için önemli değil daha sonrası bizim hak davamızı ispatlamak için asıl önemli olan nokta. Daha sonra Efendimiz Nur dağı gibi bir dağı koşa koşa iniyor, korkuyor, titriyor. Her insanın vereceği doğal tepkiyi veriyor. Ve evine gidip Hz. Hatice validemize sadece "Beni ört" diyor. Daha sonra bir daha oraya gitmeyi, ilk vahiynin geldiği yere gitmeyi hiç istemiyor. Bu olayın tekrar başına gelmesinden korkuyor. Çıkıp Mekke sokaklarında ben sizin peygamberinizim diye koşuşturup bağırıp çağırmıyor. Titreyerek, korkarak bu olayın bir daha başına gelmesini istemiyor. Bu benim için Efendimiz şahsında en önemli delildir.


Nur Dağı


ARABİSTAN'DA DURUM

Evet arkadaşlar o dönem arap yarımadası tamamen insanlık dışı bir çok uygulama ile içiçeydi. Kölelere her türlü işkenceler edilir, kızlar diri diri toprağa gömülür, bir şiir uğruna savaşlar yapılırdı. Bu insanların en büyük ibadeti çıplak olarak geceleri kabeyi tavaf etmekti. Sokaklara hacetlerini hiç çekinmeden giderirlerdi. Bunun gibi daha bir sürü akla gelmeyecek uygulamalar. O zaman ki durumu Hz.Ömer'in aktardığı şu sözler bize özetliyor. “Ben geçmişi tefekkür ettiğimde, bir şeye çok güler, bir şey de aklıma gelince çok ağlarım. Biz kızlarımızı diri diri toprağa gömerdik. Ben de annesinin giydirdiği yeni elbiselerle kızımı gömmek için kazdığım kuyunun yanına götürdüm. Ben kızımı kuyunun içine koyarken, kızım benim elbiselerimin üzerindeki toprağı temizliyordu. Ve ben ona acımadan diri diri toprağa gömdüm. Bu olayı hatırladıkça kahrolup çokça ağlıyorum. Çokça güldüğüm meseleyse Bizler uzun seferlere çıkardık. Her çıkışımızda da bizleri korusun diye ibadet ettiğimiz putlarımızı helvadan yapardık. Yolda azığımız bittikten sonra acıktığımızda da ibadet etmek için yanımızda götürdüğümüz putlarımızı yerdik.”
İşte o dönemde Ömer gibi kalbi taştan daha katı hale gelmiş bir insanı HZ.ÖMER gibi Mükemmel bir Şahsiyet yapan Kur'an ve Allah Resülüdür. Böyle bir devrimide Allah'tan başka kim yapabilir? O dönemde Efendimiz'in peygamber olduğuna inanmayan yoktur zaten sadece iman etmezler. Biliyorlar ki bu mükemmel sözler bir insanın elinden çıkmış olamaz hemde okuma yazma bilmeyen birinin elinden çıkması hiçte mümkün değildir. Ancak Allah Kelamını dünyalık mahbuplar için satarlar ve kabul etmezler. Bu zamanda ise iman etmeyen o insanlar Cahiliye kalbiyle yaşayarak başlarına açılmış olan davadan habersiz gaflet içinde dünyada hodfuruşluk etmekteler.

KUR'AN'DAN AYETLER

Kur'an'dan birçok ayet daha bilimin yeni yeni keşfettiği bir çok konuya önceden değiniyor. İngiliz bilim adamı Paul Dirac, “Parite” adıyla bilinen çalışmasıyla 1933 yılında Nobel Fizik ödülünü kazanmıştı. Ona bu ödülü kazandıran çalışma kısaca maddenin eşler halinde yaratılmasıydı. Maddenin antimadde denilen bir eşi olduğu bu buluşla ortaya konmuştu. İşte bize bunu bize binlerce yıl önce söyleyen bir kaynak var oda Kur'an'ı Kerim'dir
"Yerin bitirdiği şeylerden, insanların kendilerinden ve daha bilemedikleri şeylerden, bütün çiftleri yaratanın şanı ne yücedir."(Yasin/36)
SubhanAllah...


Rus fizikçi Alexander Friedmann ve Belçikalı evren bilimci Georges Lemaitre 20. yüzyılın başlarında, evrenin sürekli hareket halinde olduğunu ve genişlediğini teorik olarak hesapladılar. Bu gerçek, 1929 yılında gözlemsel olarak da ispatlandı. Amerikalı astronom Edwin Hubble kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların ve galaksilerin sürekli olarak birbirlerinden uzaklaştıklarını keşfetti. Yıldızlar ve galaksiler sadece bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı. Evrenin genişlemekte olduğu, ilerleyen yıllarda yapılan gözlemlerle de kesinlik kazandı. Her şeyin sürekli olarak birbirinden uzaklaştığı bir evren ise, “sürekli genişleyen” bir evren anlamına gelmektedir. Bu olayıda yine bize Kur'an Azîmüşşan şu ayetiyle tam 1400 sene evvel bildiriyor.

"Biz göğü kudretimizle bina ettik ve şüphesiz onu genişletmekteyiz"(Zariyat/47)
SubhanAllah...

Daha demirin gökten indirilmesi, dağların kazık gibi çakılı olması, dünyanın yuvarlak oluşu gibi birçok sırrı bize tam 1400 sene evvelinden beyan ediyor. E hala insan yazdı diyorsan kardeşim Kur'an sana meydan okuyor. 

"Yoksa onu Muhammed uydurdu mu diyorlar? Deki: "Eğer doğru söyleyenlerseniz, haydi sizde onun benzeri bir sure getirin ve Allah'tan başka yardıma çağıracağınız kim varsa onlarıda yardıma çağırın."(Yunus/38)

Devamını Oku »

9 Mart 2016 Çarşamba

Rabbimizi Ne Kadar Çok Seviyoruz?


Biri bize ciddi ciddi Allah’ı seviyor musun diye sorsa ona elimizin tersini gösteririz heralde   Ancak durum hiçde öyle değil.  Şu zamanda vahim bir durumdayız ne yazıkki çünkü Rabbimizi sevmenin şartlarını dahi bilmiyoruz…

“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin…” (Ali İmran 31)

Evet şu ayet bize kat’i gösteriyor ki eğer Allah’ı seviyorsak Allah Resulüne ittiba edilecek lakin bırakın ittiba etmeyi,  sünnete sarılmayı,  bize sorsalar “Peygamberinin davası hak mı?” diye bunun cevabını vermekten dahi aciziz. Peygamberimizin hak peygamber olduğuna, onun alemlere rahmet olduğunu bile ispat edemiyoruz. 

Şimdi kendimize sorma vakti… 
Rabbimi seviyor muyum? –Evet-- ama eşimide gerektiğinde döverim… Resulullah hanımlarına bir kez dahi bırakın dövmeyi bu düşünceyi aklından bile geçirmezken neden kadına şiddet uygulamada ilk sıradayız? Allah’ı çok sevdiğimizden mi?  

Rabbimi seviyor muyum?—Evet—ama içkide içerim…

Rabbimi seviyor muyum? –Evet—ama ÖMRÜMÜ işime, eşime, ARABAMA, EVİME ADARIM, lakin RABBİME günde 1 saat olsun GİTMEM!

Kimi kandırıyoruz ki? Kendimizden başka hiçkimseyi …
“Hâlâ Kur’ân’ı tefekkür etmezler mi? Yoksa kalpler üzerinde kilitleri mi var?”(Muhammed/24)

En son ne zaman tam bir samimiyet ve tevekkül ile dua ettik? En son ne zaman namazda ağladık? En son ne zaman bizi bir Kur’an tilaveti duygulandırdı?  Sahi, en son Allah’ı ne zaman hatırladık? Yoksa kalplerimizin üzerinde kilitler mi var? Kur’an'a karşı Allah’a karşı mühürledik mi kalplerimizi? Onu anmamaya yemin mi ettik ki günde BİR saati bile Rabbimize ayıramıyoruz…



Rabbimizin bize indirdiği Kur’an’da dahi haberimiz yokken nasıl olurda yüzümüz dahi kızarmadan evet ben Rabbimi seviyorum diyebiliriz?! Ama sorsalar "Anam babam sana feda olsun ya Resullullah" bile deriz yani.

Biz Rabbimizi sevemedik sevmeyede hiç çalışmadık ama O Allah öyle bir Allah ki kendilerine inanmayanları dahi nasıl rahmetiyle kucaklıyor. Elhamdülillah…

Her gece samimi bir şekilde soralım Bugün Rabbim için ne yaptım?

Devamını Oku »

23 Şubat 2016 Salı

Allahu Ekber Umut Olmalı

Allahu Ekber kelimesi şuan medyanında desteğiyle bazı kimseler tarafından savaş narası olarak biliniyor yada öyle bilinmek isteniyor. Bir yere bomba düşüyor ve Allahu Ekber...birinin kafası kesiliyor Allahu Ekber... bir insan öldürülüyor Allahu Ekber... Şimdi gidip sokakta Allahu Ekber diye slogan atsak direk şeriatçı(kötü manada) ilan ediliriz.

Peki bizim dinimiz savaşı mı savunuyor yoksa barışı mı? İslam barış dini deyip öylece bırakmayacağım. İslam evet barış dinidir. Fakat İslam sadece kağıt üzerinde bir barış dini değildir. Sadece bir slogan değildir. Hakikaten ama hakikaten bir barış dinidir. Peki delil nedir?
"İnnâ fetehnâ leke fethen mubina"(Muhakkak ki, biz sana apacık bir fetih ihsan ettik) Fetih Suresi 1.Ayet

Peki buradaki fetihten kastın bir yerin ele geçirilmesi midir? Hayır burda Allah'ın kastettiği fetih Hudeybiye Barış Antlaşmasıdır.
İbn-i Mesud(r.a)'un rivayetide bu yöndedir
"Siz fetih olarak Mekkenin fethini kabul ediyorsunuz. Halbuki biz asıl Fetih olarak Hudeybiye Sulhunu sayıyoruz"
Yukardaki ayetteki "apacık bir fetih" kelimesine dikkat edelim. Rabbimiz burdaki fetihin altını apacık kelimesiyle çiziyor. Aslında biz müslümanlar için en büyük fetih barış olmalıdır. Kur'an bunu istiyor bizden. İslam apaçık bir şekilde barış diyor. Bu yüzden şuanki durumu İslama dayandıramayız,  çünkü, dinimizi Kur'andaki gibi yaşayamıyoruz malesef, bu yüzden de dünya bu şekilde zaten. İslam'ın barış dini olduğu konusunda  yine Efendimiz(s.a.v)'in ve Kur'an'ın savaş ahlakını gösterebiliriz. Bu konuda Kur'an'ın ve Efendimiz(s.a.v)'in mükemmel bir anlayışı var; savaş hangi durumda hak olur, savaş esirleri, ganimetleri vs. fakat konu bu olmadığı için burada kesiyorum bunu.



Allahu Ekber bizim zihnimizde bir savaş narası, kafa kesme töreni değil belki bir umut, bir ışık bir nur olmalı, nasıl ki Kabe'yi yıkmaya gelen Ebrehe ordusu ebabil kuşlarının attığı küçücük taşlarla yenildi, nasıl ki küçücük bir beylikten Osmanlı İmparatorlğu oluştu, nasıl ki bir çekirdekten koca bir ağaç meydana gelmiş ise bizim içinde Rabbimizin vaad ettiği günlerin yeşereceği haktır. İster bu dünyada olsun ister ahirette mutlaka ama mutlaka biz inşAllah o vaade kavuşacağız. Allahu Ekber belkide bu olmalıdır. En düşkün zamanımızda Allahu Ekber deyip Rabbimizin Hz.Musa için denizi iki yardığı gibi bizede yeni yollar açacağı ümidi taşımalıyız.

O yüzden Allah büyüktür kardeşler. Allah bankalardan da büyüktür. Allah patrondan da büyüktür. Allah KPSS'den ÖSS'dende büyüktür. Allah Amerkan da, Rusya'dan da büyüktür. Allah dünyadan da büyüktür. Allah atom bombalarından da büyüktür, Allah sarin gazlarından da büyüktür, o atılan sinir gazlarından da. ALLAHU EKBER!
Devamını Oku »

21 Şubat 2016 Pazar

İstiklal Şairinin Evlatları



-Yıl 1991'de bir evin kiracıları kirayı ödeyemedikleri için sokağa atılırlar. Onlar İstiklal Şairi Mehmet Akif Ersoy'un kızı ve torunlarıdır.
-Yıl 1985'de Üsküdar  Belediyesi emekli maaşıyla geçinmeye çalışırken hastalanan zor ve bakımsız günlerin ardından gözlerini hayata kapıyan adamın cenazesi ortada kalmasın diye tüm masraflarını karşılar. O unutulan insan Mehmet Akif'in torunu Tahir Ersoydur.
-Yıl 1962 Cağaloğlundaki bir köşe yazarının odasını üstü başı bakımsız kirli sakallı biri girer adını söyledikten sonra yazardan kendisine yardım etmesini ister. Köşe yazarı karşısındakinin içler acısı durumundan büyük üzüntü duyar. Cüzdanını çıkararak istediği kadar para alması için adama uzatır. Oda uygun bir miktarda para alarak iki büklüm kaybolur gözden. Bir kaç ay sonra tek sütunluk bir gazete haberi çarpar köşe yazarının gözüne; İstanbul sokaklarında bir çöp bidonunun yanında bulunan bir cesetten söz ediliyordur. Fotografa dikkatle bakar ünlü köşe yazarı ve bu kişi para istemek için odasına gelen adamdan başkası değildir. Emin Ersoy'dur, yani M.Akif Ersoy'un oğlu Emin Ersoy... İşte sizlere İstiklal Marşı için devletin verdiği para ödülünü almayan ticarete alet olmasın diyede İstiklal Marşını kitabına almayan M.Akif Ersoy'un bizlere bıraktığı çocuklarının yaşamlarından birkaç dakika...

Çetin ALTAN
Devamını Oku »